SON EKLENENLER

Festivaller sonsuz özgürlük alanı mı?

Antalya Altın Portakal Film Festivali tartışmalar sonrası geçen sene yapılamamıştı. Bu yıl tam sorunsuz bitti derken tartışmalar başladı.
19 Ekim 2024 09:28

Neticede ‘tavır’, festivallerin varlık sebebidir. Her festivalin de güncel ya da kadim meselelerle ilgili tavrı vardır. Kimi oradan bakar, kimi buradan. Ama festivallerin tamamen özgür ya da sonsuz hoşgörü sahibi olduğunu söyleyemeyiz. Öyle olmamalı da…

Sinema yazarı Tunca Arslan’ın Antalya Altın Portakal Film Festivali ile ilgili açılamaları tartışma oluşturdu. Arslan’ın aslında gölgede kalan sözleri, film festivallerinin işlevleri ve duruşlarını yeniden tartışmaya açtı. Daha doğrusu bu ifadeler sonrasında ciddi şekilde tartışmak gerekiyor.

Önce Tunca Arslan’ın açıklamalarına bakalım:

“45 film içinde genel olarak baktığımızda da genç kuşak sinemanın geldiğini söyleyebiliriz. Yeni Türkiye sineması denilen kendi çağpında bir akım çıkmıştı ortaya yani Yeşilçam sinemasıyla bağları olmayan yurt dışı festivallere ve fonlara bağlı filmlerdi. Bunların öyküleri de böyleydi yani Türkiye’den uzak, ülkeye haddinden fazla eleştirel bakan, genel anlamda yurt dışına göz kırpan filmler yapan bir grup sinemacı vardı. Aslında biraz bu yıl onların döneminin kapandığını söyleyebiliriz. LGBT temalı filmler yoktu bu yıl. Bu aslında yeni bir şey demek. Genç bir sinema geliyor.

 Ayakları daha çok Türkiye’ye basan ama kendi yolunda giden bağımsız sinema koşullarını yerine getiren tabii halka yönelik filmler yapan yönetmenlerin dönemi başlayacak gibi görünüyor. Daha güçlü bir ulusal sinemamızın olmamasının sebebi bütün bu ilşkilerin yeterinde devlet politikasıyla belirlenmemiş olması. Her şey bırakıldığı zamanda da çok olumlu şeyler çıkmıyor ortaya. Devlet Opera Balesi var, Devlet Tiyatroları var, Devlet Senfoni Orkestrası var ama devlet ve sinema arasında böyle organik bir ilişki yok. Bu boşluğu muhakkak dolduruyorlar işte.

Fonlar giriyor araya, birilerinin verdiği ödülleri görüyoruz sinemamızda. Kültür sanat politikasının daha devrimci ve cumhuriyetçi bir devlet politikası gerektiriyor. Dijital platformların şu andaki filmleri belirlemeleri ya da başından yapılan anlaşmalarla doğrudan dijital platformalara çekilen filmler sinemanın ruhunu ve özünü yok edemez. Yani dijital platformlar sinema kültüründen uzan yapılar. Beni de seyirciyi de çok fazla tatmin etmiyor. O nedenle dijital yapıların çok ciddi bir tehdit oluşturacağı kanısında değilim.”

Bu açıklamalarının gündem olmasının ardından X üzerinden yaptığı paylaşımla açıklama yapan Arslan şöyle konuştu:

Altın Portakal’ın ön jürisinde yer alan Arslan’ın sözleri festivalin tavrıymış gibi algılandı. Öyle olmadığı düşünüldü. Resmi açıklama yapılmadı. Ancak bir ön jüri üyesinin bunları söylemesi, festivalin bu yıla mahsus tavrı gibi değerlendirilebilir.

Arslan’ın açıklaması sansür olarak yorumlandı. Üstelik festivalde bir çalıştay yapılıp “sinemada sansür” başlığı ele alındığı halde tartışmanın doğması da ironik bir durumdu.

KRİTİK SORULAR

Manzara bize ciddi bir soru sorduruyor. Son tartışma ile bağlı olarak da “Festivallerin bazı meselelerle ilgili duruşu olamaz mı” diye sormak lazım. Yani hiçbir festivalin film ve konu değerlendirme kıstasları olamaz mı? Festival dediğimiz organizasyon gelen filmi kabul etmek zorunda mı? Sadece hikayeye ve sinematografiye mi bakılır?

Esasında cevapları net olan sorular bunlar. Ancak her fırsatta sansür söylemine takılanların “tamamen özgür” bir ortam iddiasının ütopya ötesinde yalan olduğunu vurgulamak gerekiyor. Her insanın olduğu gibi her organizasyonun da tavrı ve duruşu vardır. Olmalıdır. Adına ne denirse dersin, festivalin tavrı seçtiği jürilere yansır. Zaten bu sebepten her jüriyi her festivalde göremiyoruz. Çünkü kurumun ilk ve en etkili yorumu ön elemede çıkar. 100 film başvurduysa 10’a inecektir. Ön jüri bunu belirler. Sonrasında ana jüriye gelen filmler zaten elekten geçtiği için sorun kalmamıştır. Yani adına sansür denen eleme ön jüri eliyle yapılır.

ÖN JÜRİ EN KRİTİK YER

Altının çizilmesi gereken nokta şu: Dünyanın her yerinde ön jüriler bir araya geldiğinde büyük bir yetkiyi ellerinde bulundurduklarını bildikleri için gerekeni yaparlar. Kendisine jürilik teklifi geldiğinde açıkça söylenmese bile ilgili kişi bilir ki ön jüri gerekeni yapmak durumundadır. Ve bu hatalı ya da ayıp değildir.

FESTİVALLER “TAVIR” KALESİ OLMALI

Tavır, modern insanın ve kurumların kaybettiği bir şey haline geldi. Sonsuz özgürlük adına kimliksiz insanlar, kurumlar ve toplum oluşuyor. En eski film festivallerinin kuruluş süreçlerine bakarsanız dediğimiz daha da anlaşılır.

Festivaller, kapitalizmin kalesi haline gelen ticari sinemanın karşısında neşet eden yöntemin yaşam alanı olarak kuruldu. Kapitalizme itiraz etmek adına ortaya çıkan oluşumların “tavır” takınmadığı söylenebilir mi? Mesela savaş karşıtlığı bir tavır değil midir? “İnsan hakları” ifadesinin altını doldurmak için tavır otaya konması gerekmiyor mu? Günümüzde festivaller “öteki” söyleminin karşısında durmak için pozitif ayrımcılık yapmak adına kadın, siyahi, Asyalı, LGBT gibi kesimleri kayırmıyor mu?

Neticede “tavır”, festivallerin varlık sebebidir. Her festivalin de güncel ya da kadim meselelerle ilgili tavrı vardır. Bu tavrın ne olduğu tartışılır. Kimi oradan bakar, kimi buradan. Ama festivallerin tamamen özgür ya da sonsuz hoşgörü sahibi olduğunu söyleyemeyiz. Öyle olmamalı da… Şu an gündemde olan ve daha çok tartışılacak konulara da böyle bakmak gerekiyor.

 

YENİ ŞAFAK

DÜNYA HABER SAYFASINI
YORUMUNUZU YAZIN ...
Farklı olanı seçin:
# # # # # #
SON EKLENEN HABERLER